john fante

  1. arturo bandini gibi bir kahramanı yaratan yazar. neredeyse bütün kitaplarında yaşamından bir parçasını anlatır. aslında yarattığı kahramanlar kendine tuttuğu bir aynadır.
    (elda 13.07.2006 03:03)
  2. insanı kendine aşık eden kahramanlar yaratan yazar.
    (elda 14.07.2006 02:54)
  3. Üç çocuklu bir ailenin büyük oğlu olarak, 1909 senesinde dünyaya gelen john, yirmi yaşında terk ettiği colorado üniversitesi’nin ardından, başka bir terk edişle bu sefer kendisi karşı karşıya gelecekti. başka bir kadın için, evini ve ailesini terk eden babasının bu bencilliği, onu –çok kısa zaman içinde- gerçek hayatla yüzleşmeye zorlayacaktı. Çalışmaya gittiği bambaşka bir dünya, kaliforniya’da, ilk kez hikayelerini kaleme almaya başladı fante ve bu çaba, bu mecburiyet, 23 yaşındayken verdi ilk meyvesini, bir gazetede yayımlanan ilk hikayesini.

    fante’nin, biraz da kendine benzeyen (biraz mı?) kahramanı bandini de, bu sıralarda, kafasında şekillenmeye başladı. yaşadıkça yazdı fante, yazdıkça yaşadı ve yazdığı gibi yaşadı: sade ama derin, görünüşte basit fakat bir kez dalınca içinde kaybolacağınız...

    charles bukowski; “mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla iç içe girmişti.” diyordu fante’nin yazını için. belki de gelmiş geçmiş, en “lanet olası” büyük hayranıydı bandini’nin. fante’yi tanrısı ilan eden bukowski, hiçbir zaman onunla tanışma cesaretini gösterememişti buna rapmen ya da bu yüzden.

    55’te, şeker hastası olduğunu öğrendiğinde, henüz 46 yaşındaydı ve “gözleri ve sağ eli” dışında hiçbir şey dilemediği bu hastalık, ilk önce gözlerini aldı ondan. sonra ise bacaklarını... mayıs ayının 8’i, 1983’te; kelimeler, düşler ve gerçeklerin dünyasına veda edip, yalnızca kelimeler ve düşlerinkine doğru uzun –yeterince uzun- bir yolculuğa çıktı. karısına dikte ettirdiği son romanı ve nereye bakılması gerektiğini bilen gözlerini okuruna bırakarak...
    (poetisa 11.06.2007 13:31 ~ 11.06.2007 13:31)
  4. Charles Bukowski, John Fante ile tanışmasını şöyle dile getirir;

    Aç, ayyaş ve yazar olmaya çalışan genç bir adamdım. Daha çok Los Angeles Halk Kütüphanesi'nde okurdum ve okuduklarım ne benimle, ne sokaklarla, ne de etrafımdaki insanlarla bağdaşıyordu.

    Herkes sözcük oyunları peşindeydi sanki, süslü cümleler kurup hiçbir şey söylemeyen yazarlar mükemmel addediliyordu. Yazıları beceri, kurnazlık ve biçim karışımıydı ve öğretiliyor, özümseniyor ve okunuyorlardı. Herkesin işine gelen bir tertiple, çok düz ve kurnaz bir Dünya Kültürü ile karşı karşıyaydık.

    Biraz kumar ve tutku bulabilmek için devrim öncesi Rus yazarlarına gitmek gerekiyordu. İstisnalar vardı, ama sayıları o kadar azdı ki bir süre sonra onlar da tükeniyor, kendini raflar dolusu can sıkıcı kitaba bularken buluyordun. Geçmiş yüzyılların edebiyatına ve bütün olanaklarına rağmen çağdaş yazarlar iyi değillerdi.

    Raflardan çekip göz attıktan sonra yerine koyduğum kitapların sayısı bini geçer. Neden kimse bir şey söylemiyordu. Neden kimse haykırmıyordu?

    Kütüphanenin başka odalarını da denedim. Din kitaplarının bulunduğu oda devasa bir bataklıktı-benim için. Felsefeye girdim. Beni bir süre için neşelendiren iki sert Alman buldum, sonra o da bitti. Matematik denedim ama yüksek matematik dinden farksızdı; üstümden kayıp gidiyordu. Aradığım mevcut değildi sanki. Jeoloji denedim; bir süre ilgimi çekti ama çok sürmedi. Cerrahi üstüne bir kaç kitap buldum, sevdim; sözcükler yeni, çizimler harikuladeydiler. Orta kolon ameliyatını özellikle sevmiş, ezberlemiştim.

    Sonra cerrahiden de sıkılıp romancı ve öykücülerin bulunduğu büyük odaya döndüm. (Yeterince ucuz şarabım varsa kütüphaneye gitmezdim. Kütüphane içecek ve yiyecek bir şeyin olmadığı ve ev sahibesinin kira yüzünden peşinde olduğu zamanlarda gidilecek yerdi. Kütüphanede tuvalet ihtiyaçlarını görebiliyordun hiç olmazsa.) Kitapların üstünde kestiren berduşlar eksik olmazdı kütüphanede.

    Büyük odada gezinmeye, raflardan aldığım kitaplardan bir kaç satır ya da bir kaç sayfa okumaya devam etti.

    Derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. Bir kaç paragraf okudum. Sonra çöplükte altın bulmuş gibi kitabı masaya götürdüm. Cümleler sayfada yuvarlanıyorlardı, kayıyorlardı. Her cümlenin kendine özgü enerjisi vardı. Cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu; sayfaya oyulmuşlardı sanki. Duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda. Mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla içiçe geçmişti. O kitabın ilk sayfaları benim için çılgın bir mucizeydi.

    Kütüphane kartım vardı. Kitabı alıp odama götürdüm, yatağıma uzandım, okumaya başladım ve çok geçmeden farklı bir üslup geliştirmiş biri ile karşı karşıya olduğumu biliyordum. Kitabın adı "Toza Sor" yazarı ise John Fante'ydi. Fante'nin yazarlığıma ömür boyu sürecek bir etkisi olacaktı. Toza Sor'u bitirdim ve kütüphaneye gidip diğer kitaplarını aradım. İki tane buldum; Dago Kırmızı ve Bahara Dek Bekle, Bandini. Aynı üslupla yazılmışlardı; kolayca ve yürekten.

    Evet Fante beni çok etkiledi. O kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım. Benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik. Bazen ona, "Bana orospu çocuğu deme! Bandini'yim ben, Arturo Bandini!" diye bağırırdım.

    Fante benim Tanrı'mdı ve Tanrı'ların rahatsız edilmeyeceğini, kapılarının çalınmayacağını biliyordum. Ama Angel's Flight'ın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını düşlemeyi severdim. Hemen her gün oradan geçerdim. Camilla'nın tırmandığı pencere bu muydu? Lobi bu mu? Hiçbir zaman emin olamadım.

    39 yıl sonra Toza Sor'u bir daha okudum. Fante'nin bütün kitapları bugün de tazeliğini koruyor. Ama benim favorim, Toza Sor, çünkü sihiri keşfettiğim ilk kitaptı. Dago Kırmızı ve Bahara Dek Bekle Bandini'den başka kitapları da var Fante'nin. Hayat Dolu ve Üzümün Kardeşliği. Şu anda Fante Bunker Hill Düşü adlı yeni bir roman yazıyor.

    Fante'nin nihayet bu sene, çok farklı koşullarda tanıdım. Fante'nin öyküsü bu kadarla kalmıyor. Şanssızlık, bahtsızlık ve ender bulunan bir cesaretin öyküsüdür onunki. Bir gün anlatılacaktır, ama burada anlatmamı istemediğini hissediyorum. Ama şu kadarını söyleyeyim; sözü nasıl yazdıysa hayatı da öyle yaşadı; güçlü, iyi, yürekten.
    (mondovi 13.08.2008 02:50)


Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.